2 Haziran 2010 Çarşamba

Aşağıya Tırmanan Adam


Uzun zamandır sadece iki mevsimin yaşandığı bir gezegendi dünya. Gece ve gündüz. Gündüz gezerdik , gece uyurduk. Giydiklerimiz bedenimizi sarar , ılık bir rahatlama hissi verirdi boynumuza değen marka logoları. Dünya bizim için bizden ibaretti , herkesi ötekileştirmiştik. Eşitlik , adalet ve benzeri kavramlar üniversite fotoğraf albümlerimde kalmıştı. Albümleri de yakmıştım. Bir ılıklık hissi de o vermişti.

Sabah uyandığımda güneş tepeye kadar yükselmişti. Ağır adımlarla lavaboya yürüdüm ve aynaya baktım. Aynada gördüğüm siluet gri veya siyah renkli değil kırmızıydı. Gri siluetleri melankolikler siyah olanları ise düz saçlı duygusallar sahiplenmişti. Kırmızı siluetler de dünyayı değiştirme gayesinde çırpınan lakin avucunu yalayan kesime tahsis edilmişti.

Ayna kapağını açtım ve etiketi yıpranmış kutulardan birini açarak bir avuç hapı ağzıma attım. Sonra avucuma su doldurup yüzümü yıkadım. İlacın etkisi midir bilmiyorum ama yüzüme çarpan su damlalarını insanların bana sorduğu yavşak sorulara benzettim. Kalın puntolu cümlelerden bazıları yüzümü kesti. Hafif kesiklerle dolu yüzüm sikilmiş prenses gibi hüzünlü görünüyordu. Parmağımla lavabo deliğini kapayıp sorgu kelimelerinin taşmasını bekledim. Tam taşacakken elimi çektim ve hepsi gitti. Sonra bacaklarıma sürtünen canlıyı hissettim , eğilip baktığımda evcil hayvanım olduğunu fark ettim. Adını ''önyargı'' koymuştum. Doğduğumdan beri benimleydi ve sanırım yüz milyonuncu kez acıkmıştı. Kalkıp yemini tazeledim. Yemek yediği kapta en son verdiğim yemek olan ‘'yeni insanlar'’dan birkaç kırıntı kalmıştı. O kırıntılar üzerine bir miktar ‘'yeni umutlar'’ ekledim. Obur hayvan beni unutup iştahla yemeye başladığında kendimi biraz bozulmuş hissetsem de üstelemedim. Balkona doğru yürüdüm. Hava sıcak değildi. Hayır , hava sıcaktı sanırım.

İki yaşamdır sokakta dolaşmayı kendime günlük rutin seçmiştim. Ayakkabılarımı giyip sokağa çıktım. Birkaç adım sonra ayaklarım acımaya başladı. İlaç gerçek anlamda bana dokunmuş olacak ki ayakkabılarımı bir an için '‘bana destek olan dostlarım'' bile sandım. Sıçıyordum. Rahatsızca yürümeye devam ettim. Sokakta el ele dolaşan çiftler gördüm. Birisi diğerine ‘'Bu film serisi unutulmaz olmaya doğru gidiyor'’ dedi. Bahsettikleri film Issız Adam’dı. Sohbet eden çift ise Issız Adam 8 : Alper’in Büzüşen Hayaları adlı filmden çıkmıştı. Çevremi saran mağazalara , süslü vitrinlere ve pahalı menülere kanmayıp biraz daha dolaştım ve kestane yedim. Sonra telefonumu çıkarıp Can Emre’yi aradım. Telesekreter ‘'Şuan cevap veremem , büyük ihtimalle okyanuslu tren garlı böyle romantik senaryo yazıyorumdur. Lütfen daha sonra tekrar arayınız’' şeklinde cevap verdi. Boğazımı temizleyip ; ‘' Ya olum Issız Adam’dan başka film izlenmez oldu , gel bir daha deneyelim film işini. O kadar referansımız var. Ben sosyal içerikli bişe çekecem gel spotları tut adam yok’' diye sitem dolu bir mesaj bıraktım.

Beş dakika sonra telefonum çaldı ama açmadım. Gizli numaraları yemem çünkü. Böyle böyle kaçırmıştım birçok fırsatı ama yine de açmadım. Sonra eve döndüm , kapının eşiğinde midemi bir bulantı kapladı. Yere yığılırken gözüm televizyona takıldı. Esra Ceyhan hala kadın programı yapıyordu ve programın en sevdiğim bölümü olan günlük burç kısmı yayındaydı. Kalın sesli bir kadın insanlara bir şeyler anlatıyor , stüdyodaki takvim ise 24 Ocak 2026'yı gösteriyordu. Sonra öldüm.Bu sefer cidden öldüm. Aşağıya tırmanan adam zemine varmıştı.

Sabah avuç avuç yuttuğum ilaç kutusunun etiketinde ise ‘'yüksek dozda yaşama sevinci'’ yazıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder