1 Haziran 2010 Salı

Ağır Öykü


Henüz evren yokken var olan boşlukta kendi başına mutluydu , oysaki o an , anlamında meczupluk olan birçok sıfatına ‘’yorgun’’ da eklenmişti. Bitkindi. 4,5 milyar yıldır gözünü dahi kırpmamıştı , uyku ona yabancıydı. Şimdi ise tozlu tepelerin arasında bir uçurum kenarında , başını elleri arasına almış sıkıntıyla nefes alıp veriyordu. Suratına binlerce ifade gömerek gözlerini kapadı , düşünmeye başladı. Hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçerken , tepelerin arasında epey zaman geçirdi , lakin hayatı oldukça uzundu.

Evvela Adem’i gördü. ‘’Kadim dostum…’’ diye geçirdi içinden. Sonra İsa’yı , Musa’yı , Davud’u , Muhammed’i gördü. ’’Size kırgın değilim’’ dedi. Sakalları uzamış , yaralı bedeniyle bir mürit çarmıhta sallanırken bizimkinin suratı asıldı. Konuşmak için ağzını açtıysa da bir şey söylemedi.

İnşa edilen devasa piramitler , şaşalı zigguratlar , göğe yükselen kuleler gördü. ’’Size kırgınım’’ dedi gördüğü bu kareler üzerine. Savaş gördü , afet gördü. Ölüm gördü , acı gördü. Korku gördü eserinin gözlerinde ve sapkınlıklar gördü bundan ötürü. Hırs gördü , ‘‘çıkar amaçlı sevgi’’ gördü. Filmin ortalarında küçük bıyıklı sıska bir adam 7 milyon insan öldürdü. Pos bıyıklı başka bir adam ‘‘Sen öldün lan’’ dedi. Bıyıktan ve bıyıklıdan haz etmezdi zaten hiç.

Yedi kıtada , yedi yüz katliam seyretti. Bereket olan toprağa düşen çelimsiz , cansız bedenler gördü Afrika’da. Avrupa’da en beterini gördü. ’’Materyalizm’’ en nefret ettiği üçüncü kelimeydi zaten. Asya da canını sıktı epeyce. Tıslar gibi ; ‘’En çok siz yanlış anladınız beni’’ dedi. Gereksiz cinayetler , zevksel kurban etmeler gördü. Savaş fermanları altında kendi adına çıkarılmış hutbeler gördü. ’’Ben öyle bir şey söylemedim’’ diyecek olduysa da kendini tuttu. Kıyımları , kıyanları gördü , kıyılanları görmedi. Gözünden kaçtı. Ara sıra peyda olan ve korkusuzca arayış içine düşen bilgelere içten içe sempati duydu ama onların da ömrü uzun sürmedi. Güzellikler de gözüne çarptı ara sıra lakin pek oralı olmadı. Vaad edilen güzelliğe olan düşkünlüğü anlayamadı. Sıcak ve kırmızı korkusuyla korkudan büyüyen göz bebeklerine anlam veremedi. Maddi dünyada bok olmadan , manevi dünyada tezek olmaya kalkan zevzekleri gördükçe iç geçirdi. Ucu gelmeyen sorgulayıcı sualleri , suçlamaları , kırgınlıkları , istekleri duydukça içi daraldı. Gömleğinin yakasını biraz açıp , esen hafif bir rüzgarda ferahlığı aradı. Bulamadı. İçi sıkıldı , nefesi düzensizleşti.

Birden ayağa kalıp uçurumdan aşağı baktı. Aşağıdakilere sesini duyurmak için tiz bir çığlık attı. Yeryüzündekiler bu çığlığı kimi yerlerde ezan , kimi yerlerde dalga sesi , kimi yerlerde ise bir bebek ağlaması formunda duydular. Duvar sıvacıları soyundan yeşil üniformalı bir asker , bedeni kadar ağır bir tüfeğin tetiğine asıldı. Ağlayan çocuk ebediyen sustu. Parlak siyah tüyleriyle bir karga havalandı o anda , günahları yukarıya taşıyan. Askerin ebediyetteki rengi de kırmızı oldu böylece. Yukarıda çığlık çığlığa bağıranın gözlerindeki renk de.



Tekrar gözlerini açtığında nefes nefese kalmıştı. Eliyle alnındaki teri seldi. Aşağıya bakarak son çare ; ‘’ Yaklaşmayın , atlarım’’ dedi. Kimse takmadı. Ağzı aralandı ve dişlerinin arasından küfüre benzer birkaç cümle çıktı. Atlamaktan vazgeçti. Arkasını dönüp yürümeye başladı. İnsan soyunu yalnız bıraktı. Kendi kendine ; ‘’ Soysuz Adem torunları’’ dedi. O anda insanlar dünyasından bir kul , bir kez daha tanrıyı öldürmek için kalemi eline alıp yazmaya başladı.



Arkasını dönüp giden yorgun , sıkıntılı , kırgın varlık bizzat Tanrı’ydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder